Türkiye’de sosyal mesafe önlemleri mart ayında yürürlüğe girdiğinden beri instagram feedlerimiz milyonlarca yaratıcı paylaşımla doldu. Evde ekmek yapımı paylaşımlarından tutun da, bitki yetiştirme videolarına, etkileyici el sanatları projelerinden zarif müzik performanslarına kadar sayısız paylaşım gördük ve belki de paylaştık.
Bu paylaşımlar kimi zaman karantinayı yeni bir dil öğrenmek için kullanmaya karar veren insanları ya da önümüzdeki haftalarda okuyacağı kitapların resimlerini paylaşanları kimi zaman da koşma, bisiklet gibi kişisel sporlardan birine başlamaya istekli olanları instagram ‘da bir araya getirdi.
Sosyal medya paylaşımlarımızdan yola çıkacak olursak, pek çoğumuz bu zamanı evde (hırsla) verimli bir şekilde kullanıyoruz.
Tabi ki herkes bu halka açık üretkenlik paylaşımlarını onaylamıyor. Bu eğilimi eleştiren ve karantinada bir günden diğerine geçmek dışında bir şey yapmaya gerek olmadığını vurgulayan bir dizi makale görebiliyoruz. Ne de olsa hayatta kalmayı başarırsak kazanıyoruz.
Bu eleştiriler de çoğunlukla haklı eleştiriler fakat sorunun kökenine inmeye yaklaşamıyorlar. Belki çoğumuzu salgının ilk haftalarında sanal dünyayı etkisi altına alan “proaktivite dalgası” hakkında asıl tedirgin eden şey, diğer insanların yaptığı şeyler değil, yaptıkları şeyleri sürekli yayınlama dürtüsüdür.
Son yıllarda sosyal medyanın olumsuz etkileri hakkında çok şeyler yazıldı çizildi. Çevrimiçi olarak sürekli paylaşma eğiliminde olduğumuz hayatlarımızın mükemmel fotojenik görüntüleri ile kimsenin gerçekliğini yansıtmayan idealize edilmiş bir görüntü sunmak, yanlış ve kaygı uyandırıcı kabul edildi. Kendimizi çoğu kez başkalarıyla karşılaştırmaya iten bu gerçek olamayacak kadar mükemmel ve kusursuz sosyal medya paylaşımları, onları görenlerde yetersizlik ve güvensizlik duyguları yaratabilir. Hane halkımız dışındaki kişilerle temasımızın çoğunun çevrimiçi olduğu bir zamanda, bu sorunun özellikle akut olma potansiyeli var.
Sosyal medya nispeten yeni olmasına rağmen, bu mesele daha eskilere dayanır.
İnsanlar binlerce yıldır yeteneklerini ve başarılarını haykıranlardan rahatsız oldular. Küresel kültürel miras gösteriş yapmaktan çekinmediği için sevilmeyen karakterlerle doludur. Commedia Dell’Arte’nin Scaramouche palyaço figüründen Daffy Duck’a.
Hz. İsa, “Dağdaki Vaaz” da bu problemden bahseder. “Dua ederken asla ikiyüzlüler gibi olmamalısınız. Başkaları tarafından görülebildikleri için Sinagoglarda ve sokak köşelerinde durup dua etmeyi seviyorlar.” demiştir. Sonrasında da kendisini takip edenlerin maneviyatlarını kimseye gösterme ihtiyacı hissetmeden yaşamalarını istemiştir.
Mesele ne kadar eski olursa olsun günümüzde biraz göz önünde yaşamanın mutlaka ikiyüzlü olmak anlamına geldiğini düşünmüyoruz.
Gerçekten de, bir şeye ulaşma veya bir şeyi öğrenme girişiminizi duyurmaktan kaynaklanan çok olumlu şeyler olabilir. Başkalarının bir konuda ilerlemenizi takip ettiğini bilmekten kaynaklanan sorumluluk, sizi tek başınıza ulaşabileceğinizden daha fazlasını yapmaya teşvik edebilir. Bu bağlamda, bir projeyi çevrimiçi olarak paylaşmak her ne kadar biraz sponsorluk aramaya benzese de- diğerlerinden, siz yorulduğunuzda coşkularının sizi devam ettireceği umuduyla çabalarınızı izlemesini istiyorsunuz. Deneyiminizi paylaşmakla başlayan fikir alışverişlerinde de pozitif bir değer vardır.
Tabii ki, asaletin yerini başka şeylere bırakmaya başladığı örnekler de var. Her insanın içinde yatan gizli narsist, insanların yazdıklarımızı beğendiklerini ve paylaştıklarını görmekten müthiş bir haz alıyor.
Bu çekici bir özellik mi? Hayır. İnsani mi? Kesinlikle.
Ve bizce bu gerçekten önemli: eğer övgü almak bir projenin gelişimi için tek motivasyonsa, o zaman bu yalnızca içi boş bir girişimdir. Dünyadaki milyonlarca telefon ekranını aydınlatan o mükemmel ev yapımı ekmekler ve yaratıcı sanat eserleri tamamen kaç yorum alacağı düşüncesinden ilham alıyorsa gösteriş için edilen dualar gibi çok az değeri vardır. Bu başarıları instagram ‘da sergileyen yayınlar en iyi ihtimalle sığ, kötü ihtimalle ise toksiktir.
Ancak insanlardan gelen reaksiyonlar zamanı iyi kullanmak ve diğerlerini bu yolculuğa ortak etmek için ciddiyetle planlanmış bir çabanın yan ürünü ise, içerik sahibinin küçük bir ego masajı almasının hiç de kötü bir tarafı yoktur. Yeteneklerimizi kullanmak ve çalışmalarımızı takdir ettirmek için çok fazla fırsatımızın olamadığı bu zamanlarda bu tam aksine çok iyi bir şey bile olabilir.
Öyleyse devam edelim – ekmekleri pişirelim, istediğimiz yabancı dili veya enstrümanı öğrenelim. Ve lütfen diğer izlediklerimizi “beğen”meye devam edelim.
“Bu konudaki görüşlerinizi yorumlar kısmında bizimle paylaşabilirsiniz”