Toplum ve dünya olarak “ölümle olan ilişkimiz değişiyor mu” sorusunu bu aralar çok duyuyoruz. Hatta bu çoğu zaman en azından benim kendi kendime sorduğum bir sorudur.
Yıllar önce iş nedeniyle Kuzey Sudan’da bir yıl geçirmiştim. Süreç hem heyecan verici hem de eşit derecede zorlayıcıydı. Bu ülkede yaşadığım süreçte kendi hayatımdan çok farklı olan yeni deneyimler, yeni yiyecekler ve yaşam biçimleriyle bombalandım.
Bunların hepsini anlamak ve alışmak fazlasıyla zorlayıcıydı. Bununla birlikte, beni etkileyen ve aklımda kalan en önemli şey, ölümün günlük hayata çok daha yakın olmasıydı. Bu ülkede bir ambulans çağrıldığında gelebilir veya gelmeyebilir, dolayısıyla basit tedaviler bile yapılamayabilir. Bu sebeple birçok insanın risk ile çok farklı bir ilişkisi vardı.
Çok az tehlike taşıdığını düşündüğünüz şeyler bile hayatı tehdit edici olabilir. Kesikler, kıymıklar, yaygın hastalıklar, vs – bunlar bile genç yetişkinler için felakete dönüşebilir. Şanssız biri için günlük aktiviteler her an ölümcül olabilir. Bu gibi sebepler yüzünden bizim ölümle olan ilişkimiz o ülkede yaşayanlar gibi değil…
Koronavirüsü Türkiye’ye geldiğinde ve Mart ayında sosyal mesafe önlemleri alındığında, kendimi tekrar Sudan zamanları hakkında düşünürken buldum. Toplum uzun zamandır ilk kez rutin eylemlerde -süpermarkete gitmek, sokakta birinin yanından geçmek, bir parkta metal bir korkuluğa dokunmak gibi- bile hayati risk altında olduğunu hissetmeye başladı. Pencerelerimizden dışarı baktığımızda, boş sokaklar tehditkar ve ürkütücü bir hava uyandırıyordu.
Tabii ki, günlük yaşamın güvenliği hakkında önceki algım kısmen yanıltıcıydı. Ölüm her zaman arka planda gizlenir. Modern tıbbın mucizelerine rağmen insanoğlu kötü bir şekilde ölme alışkanlığına büyük bir bağlılıkla devam ediyor. Önceki nesillere zarar veren hastalıkların birçoğu günümüzde kolayca aşılanabilir veya tedavi edilebilir olsa da, kalp krizi ve felç mağdurları için aynısını iddia etmek çok zor. Kanser hastalığı hala sağlıklı bir kişiyi birkaç hafta içinde aramızdan alabilir veya bir İETT otobüsünün sizi yere çarpma ihtimali her zaman vardır.
Buna rağmen son yıllarda, Türkiye’deki birçok insan yetişkinliğinin büyük bir kısmını kendilerine yakın birinin kaybını yaşamadan geçirebiliyor.
Ancak Koronavirüs bunu değiştirmeye başladı. Şahsen COVID-19’dan ölen kimseyi tanımıyorum, ancak farkındalık benim için Demokles’in kılıcı gibi asılı kalıyor, sadece zaman meselesi olabilir. Bir çok insan için zaten çok sayıda yıkıcı kayıp oldu.
Ve biz şanslı olanlar arasındayız.
Türkiye, ülke olarak dünyadaki ölüm sıralamasında endişe verici derecede yüksek değil. Ve bu ülkenin vatandaşları ağır hasta olmaları durumunda bu hastalığa karşı savaşta mevcut olan en iyi tedavi yöntemlerini alacaklarından emin olabiliyorlar.
Devlet başkanının virüsün ülkede neredeyse yok olduğunu iddia ederek bir ay boyunca ortadan kaybolduğu Nikaragua veya insanların hükümetin reddi karşısında Covid-19 ile savaşmak için kitle fonlamaya zorlandığı Beyaz Rusya gibi umutsuz bir durumla karşı karşıya değiliz. .
Bununla birlikte, bu krizi yaşayanlar muhtemelen onun tarafından değiştirilecek… 21. yüzyılın başlarında insanoğlunun sağlık meseleleriyle ilgili konularda olan rahatlığını pandemi sonrası tekrar görmeyi hayal etmek imkansız. Bu kötü bir şey olmayabilir: Türklerin mortalite ile ilişkisinin sağlıksız ve olgunlaşmamış yönleri olduğu bugünlere kadar şüphesizdi. Yine de, insanlık olarak edineceğimiz ve öğreneceğimiz deneyimler yüksek bir maliyete sahip olacak gibi görünüyor.
1 Yorum